İncelenen Eser: Görünmez Komite, “Yaklaşan İsyan”, Sel.
Sokaklarda, televizyonlarda, meclislerde mevcut düzenden memnun olanlar için “bir tehlike esintisi” dolaşıyor. Son dönemde hâkim ekonomik sisteme karşı artan tepki, “böyle gelmiş, böyle gitmez” diyen insanların artık daha güçlü olduklarının göstergesi. Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra pek çok Batı ülkesinde çıkan olaylar, kendiliğinden büyüyen bir oluşumun habercisiydi.
2005 sonbaharında yanan Paris sokaklarını “bir azınlık ayaklanması” olarak aktaran medya kuruluşlarıyla aynı fikirde olmayan ve isimlerini saklı tutan bir grubun -bu nedenle kendilerine “Görünmez Komite” diyorlar- kaleme aldığı Yaklaşan İsyan’da tam olarak bu olayların nasıl geliştiği, ne aşamada olduğu ve nereye gideceği üzerine örneklere dayalı bir süreç analizi yapılıyor.
Henüz üçüncü paragraftaki “toplumsal kazanın kapağı üç kat sıkılaştırılmış ve içindeki basınç artmaya devam ediyor” cümlesi ise bana göre kitabın anafikri. Stratejik bir çaba ile unutturulan “biz” kavramı yerine sunulan “ben” kavramının eleştirisiyle girişi yapılan kitap, günümüz insanının sistem karşısındaki örgütsüzlüğünü ve bu sebeple oluşan çaresizliğini anlatarak devam ediyor. Hâkim sistemin, bir taraftan çalışmayı zorunlu kılarken diğer taraftan da çalışanları değersizleştirmesine, ‘’krizde’’ denilen ekonominin aslında bizzat kendisinin kriz olduğuna, çevreyi kirleten büyük şirketlerin çevre temizliği ve enerji tüketimi üzerine yapılan kampyanyalara sponsor olmasına ve bu konuda aslında çok da kabahatli olmayan geniş tüketici kitleyi “deodorant kullanmak” gibi nedenlerle suçlu ilan etmesine kadar, birçok soruna eleştiri getiriyor. Bu sorunlar üzerine yapılan değerlendirmeler arasındaki belki de en vurucu tespit ise, “eğer Fransa, saatlik üretimde Avrupa şampiyonu olmasaydı, bugün olduğu gibi anksiyete haplarının anavatanı, anti-depresan cenneti, nevrozların Kâbe’si de olmayacaktı” denilerek yapılıyor.
Kitapta anlatılanlar, Arjantin, Fransa, Tunus ve Yunanistan’da gördüklerimizin, birer kıvılcım sonrası meydana gelen küçük ateşler olduğunu düşündürüyor. Çok daha büyük bir yangının, bir patlamanın arzusu hissediliyor. Bununla birlikte kitap, sadece yaklaşan bir isyanın sinyallerini anlatmakla kalmıyor. Bahsi geçen “patlamanın” nasıl gerçekleştirileceği, öncesi ve sonrası da anlatılıyor. Bu uğurda verilen direktiflerse doğrudan ya da dolaylı olarak şiddet içerikli. Fakat o kadar mantıklı temellendirilmiş ki insan bu şiddet eğilimi karşısında “olmaz öyle şey” diyemiyor: “Yasal çerçevenin tamamen yerle bir edilişini yasal olarak protesto etmek abesle iştigaldir”.
Belli ki Görünmez Komiteye’ye göre, düzenin değişimi, adına yakışır şekilde bir “devrim" olacak. Yakıp yıkmaktan, çatışmaktan ve gerçek anlamda bir “isyan”dan geçecek devrimin güzergâhı. Yalnız bunun için mümkün olduğunca kalabalık olmak ve “her şeyi” göze almak gerekiyor. Komite de bu durumu “inanın, birbirinizi bulun ve işe koyulun” şeklinde ifade ediyor. Bu işe koyulmanın sonrasını da hesaba kattıklarından olsa gerek “nasıl doğru düzgün nişan alınacağını, nasıl kavga edileceğini, anahtar kullanmaksızın kapıların nasıl açılacağını, kırık kemiklerin nasıl sarılacağını, korsan radyo vericilerinin nasıl kullanılacağını bilmeliyiz” diyorlar.
Şimdiye kadar çıkan olaylarda, daha çok sokakları araç giriş çıkışına kapatmak, çöp konteynerlerini ateşe vermek, park halindeki araçları kundaklamak ve taşlı-sopalı saldırı eylemleri görüldü. Polisin ise bu olaylara karşı cevabı biber gazı, cop ve şiddetin çok yükseldiği zamanlarda plastik mermi kullanmak oldu. Ancak Görünmez Komite’nin hedeflediği şiddet düzeyi çok daha yüksek. Bunu, “silahları gereksiz kılmak için silahlanın”[1] sözünden anlayabiliyoruz fakat unutulmamalıdır ki polisin, eline silah alıp sokaklara çıkmış göstericilere yapacağı müdahalenin dozu son derece artacak, vereceği karşılık çok sert olacaktır. Bu da yüksek ihtimalle, Görünmez Komite’nin silahlanma konusunda yeterince taraftar bulamayacağı anlamına geliyor. Yine de silahlanmadaki amaçlarının masumluğu bana göre saygıyı hak ediyor.
[1] Görünmez Komite, Yakalaşan İsyan, s. 105.