top of page

İncelenen Eser: Şirket – Joel Bakan

 

 

 

Son yüzyılda şirketler; devletler, uluslararası birlikler, lobiler ve politikacılar gibi uluslararası siyaseti belirleyen veya etkileyen aktörler arasına girmeyi başardı. Ticari kaygılarla uyguladıkları baskı altında ezilen omurgasız siyasetçilerin iradelerini kontrol etmeyi sağlayacak gücü elde ettiler. Paranın tehdit unsuru oluşturmadığı zaman ve statülerde ise onu bir ödül unsuru olarak kullanmayı bildiler.

 

Kazanmanın insan sağlığından, çevre temizliğinden, uluslardan ve her şeyden önemlisi ‘gelecek’ten daha önemli olduğuna inanmaları, önlerine çıkan tüm engelleri aşma cesaretini verdi onlara. Bu cesaret, yozlaşan ve daha da yozlaşma konusunda hiçbir kaygı gütmeyen oluşumların karşısında duracak bir gücün tutunabileceği hiçbir dal bırakmıyor. Dahası hangi ‘iyi’ye el atılsa ve ona zarar verildiği ileri sürülse; ‘sosyal sorumluluk’ adı altında bu ‘iyi’yi üstlenen başka bir şirketle karşılaşılıyor.

 

Verdikleri onca zararın diyetiymişçesine yapılanlar aslında göz boyamaktan başka bir şey değil. Bugün neredeyse tüm petrol şirketlerinin bir ekolojist hareketi destekliyor olmaları başka nasıl açıklanabilir? Zehirli atıklarını nehirlere bırakan, kamuya açık toprağa gömen, havayı kirleten bir şirketin kalkıp engelli çocuklar adına başlatılan bir girişime sponsorluk etmesinde samimiyet aranabilir mi?

 

Joel Bakan, ‘Şirket’ ismini verdiği kitabında büyük şirketlerin dünyamıza verdiği zararı – üstelik isim vere vere – işliyor. Alanında yetkin pek çok kişi ile yapmış olduğu görüşmeleri, kişisel yorum ve analizlerine destek olarak sunuyor. Yaptıkları hatalardan, aldıkları cezalara kadar derinlemesine veri sunumu yapılmakta olan kitap sitem dolu bir üslupla kaleme alınmış. Her satırda hayret duygusu ve bu kadar habersiz olmanın hayıflanmasını yaşatıyor. Toplamda milyarlarca doları bulan cezaya, ölümlerle sonuçlanmış kazalara rağmen taviz verilmeyen “daha çok kazanma ilkesi”nin nasılda aslında tek geçerli kural olduğunu öğretiyor.

 

Yazar, şirketlerin tarihsel serüvenini “şirketin egemen konuma yükselişi”, kazanmaktan daha önemli olan tek şeyin daha fazla kazanmak olabileceğini “her zamanki iş”, ahlaki ya da insani hiçbir şeyin birinci planda tutulmadığını “dışsallaştırma makinesi” ismini başlıklarda etraflıca değerlendiriyor. Bir siyaset bilimci olarak benim için esas can alıcı nokta ise dördüncü bölümde ele aldığı şirketlerin politikacılar üzerindeki büyük etkisi. Doğrusu ülkenin refah düzeyini artırması ve koruması üzerine seçilen temsilcilerin; kapalı kapılar ardında birkaç zenginin taleplerinden ibaret politika belirleyebiliyor olmalarının örneklerini okumak oldukça sarsıcıydı. Bölüme verdiği ismin de pek manidar ve etkileyici: “Demokrasi LTD”…

 

“Sınırsız Sorumsuz Şirketler” diye başladığı beşinci bölümde ise özelleştirmenin insanların sorumlu bulmakta zorlanmasına neden olduğunu; özel olanın, kamunun olandan daha iyi olmayabileceğini ve kamunun olana karşı hak talep etmede sorumlu bir devlet mekanizmasının varlığının ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. “Hesaplaşma” adını verdiği son bölümde ise iyimser ve umutlu olduğunu belirterek çözüm önerilerini sıralıyor.

 

Dünyayı paranın değil, insanlığın idare etmesini istiyorsak; daha fazla ‘bilmeli’, daha fazla mücadele etmeli ve karar alıcıların bütün süreci şeffaflaştırmalarını sağlamalıyız. Ayrıca, alınan kararlar doğrultusundaki uygulamaların gerçekten etik olup olmadığını takip etmeliyiz çünkü Frank Easternbrook ve Daniel Fishel’in birlikte kaleme aldıkları bir makalede söyledikleri gibi: “Sadece insanlar ahlaki yükümlülükler taşımaktadır. Şirketler, bir binanın, bir kuruluş çizelgesinin ya da bir sözleşmenin taşıyacağından daha fazla ahlaki yükümlülük taşımazlar”.

bottom of page